Nefretsiz ve dezenformasyonsuz bir medya için neler mümkün?

AB VE TÜRKİYE’DE DÜZENLEMELER VE DENEYİMLER

IPS İletişim Vakfı/bianet 4 Şubat Cuma günü (dün) “nefretten ve dezenformasyondan arındırılmış bir medya” hedefiyle yola çıktığı Resilience projesi kapsamında yaptığı çalışmaların çıktılarını paylaşmak için sivil toplum kuruluşları ve gazeteciler ile bir araya geldi.

Pandemi döneminin başında, IPS İletişim Vakfı/bianet ve Batı Balkanlar’daki medya geliştirme örgütleri “DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye’de Nefret Propagandası ve Bilgi Kirliliğinin Önlenmesi, Medya Özgürlüğünün Yeniden Tesisi İçin Sivil Toplum Hareketi/ RESILIENCE: Civil society action to reaffirm media freedom and counter disinformation and hateful propaganda in the Western Balkans and Turkey” projesi kapsamında biraraya gelmişti.

“Nefretten ve dezenformasyondan arındırılmış bir medya” hedefiyle yola çıkılan bu proje kapsamında IPS İletişim Vakfı/bianet, şimdiye kadar yapılan çalışmaların çıktılarını paylaşmak, fikir alışverişinde bulunmak ve olası işbirliklerini konuşmak için 4 Şubat günü Richmond Hotel’de pandemi koşullarına dikkat edilerek bir buluşma gerçekleştirdi.

Etkinlikte Hafıza Merkezi, Medya ve Göç Derneği, İnsan Hakları Derneği, Eşit Haklar için İzleme Derneği, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), MLSA, Pembe Hayat Derneği, SPoD, Kaos GL, Teyit, Botan International, İnanç Özgürlüğü Girişimi, İnsan Hakları Okulu (İHOP), Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) Çocuk Hakları Merkezi ve Mezopotamya Ajansı’ndan gazeteci Sedat Yılmaz bizlerleydi.

*Etkinliğin açılış konuşmasını AB uzmanı Judith Bayer gerçekleştirdi.

Etkinliğin açılış konuşmasını AB uzmanı Judith Bayer (Schumann Fellow Institute for Information, Telekommunication and Media Law, WWU Münster) gerçekleştirdi. Çevrimiçi şekilde etkinliğe katkı sunan Bayer, nefret söylemi ve dezenformasyona karşı düzenlemeler ve öz-düzenlemeler konusunda AB standartlarına dair bilgilendirme yaptı.

Nefret söylemi siyasal bir araç

İletişim teknolojilerinin ve çevrimiçi ağların bilginin yapısını tamamen değiştirdiğini, insanların benzer düşünen ortaklar bulmasına, gruplar oluşturmasına ve bu grupların büyümesine yardımcı olduğunu söyleyen Bayer, şöyle devam etti:

“Siyasal iletişim küresel olarak nefret söylemini siyasal araç olarak kullanıyor. Kendi seçmenleri dışında bir “dış gruba” karşı düşmanlığı kışkırtmak ve böylece “iç grubun” bağlılığını artırmak… Bu her zaman başarılı olmuştur. Çünkü gerçekler sıkıcıdır, hepimiz bunu okuldan biliyoruz. Çatışma, tehdit ve kavga karşısında anında tetikte oluruz. Bu biyolojik yönümüzde sosyal medyanın yeni bilgi altyapısı tarafından istismar ediliyor. Geleneksel medyadan çok mu farklı? Hayır, değil. Geleneksel gazeteler ve televizyon da bu insani özelliği kullandı.

“Nefret söylemi kullananların sayısı eskisinden daha fazla değil (daha fazla olabilir ama tam olarak veriyi bilmiyoruz) ama şimdi bu söylem daha fazla kişiye ulaşıyor; daha görünür hale geldi ve bu nedenle daha fazla kabul görüyor gibi görünüyor.”

Bayer, nefret söylemi düzenlemesinin çoğunluğu korumak ve azınlığı susturmak için kötüye kullanılması durumunu “nefret söylemi düzenlemesinin trajedisi” olarak tanımladı. Aynı zamanda bir “kısır döngüye” de işaret etti:

“İktidarda olan politikacılar, kolluk kuvvetleri veya yargı, nefret söylemi ve propagandasının aktörleri veya suç ortaklarıysa, yasal araçların buna karşı mücadelede yardımcı olma şansı düşüktür.”

Peki AB ne yapıyor?          

Bayer, konuşmasında nefret söylemi ve dezenformasyon konusunda AB yönetmeliğine ve Dezenformasyona karşı Uygulama Kurallarına da değindi:

“Şu anda AB’deki platformlar, yasa dışı materyalleri kaldırmalarını emreden E-Ticaret Direktifi tarafından yönetiliyor. Nefret söylemi ve dezenformasyon için iki davranış kuralı var: Yasa dışı nefret söylemine karşı Davranış Kuralları ve dezenformasyona karşı Uygulama Kuralları.”

Pozitif bir not

Bayer konuşmasını pozitif bir notla bitirdi:

“İçinde yaşadığımız çağın yeni bir sanayi evresinin başlangıcı olduğunu hatırlatmak isterim: Teknoloji çağı. Şimdi yeni bir yapı oluşturan temel taşları atıyoruz. İstikrarsız değişiklikler beklenebilir. Hızlı ilerlemeleri ters tepmeler takip edilebilir. Bunu zaten yaşıyoruz. Ancak dünyada her zamankinden daha fazla insana özerklik ve refah getiren teknolojik hizmetleri geliştirecek olgun bir yapay zekâ dönemi olacak. Sabrınızı güçlendirmek için bu vizyonu göz önünde bulundurun.”

Bayer’in ardından Resilience projesini yürüten Araştırma Koordinatörü Sinem Aydınlı ve Yerel Haber ve Ağ Koordinatörü Nazan Özcan, proje kapsamında yapılan çalışmaların çıktılarını sundu.

Daha sonra etkinliğe çevrimiçi katılan medya ombudsmanı Faruk Bildirici, gözlemlerine ve çalışmalarına dayanarak medyanın söylem stratejilerine dair kısa bir sunum gerçekleştirdi.

*Etkinliğe çevrimiçi katılan medya ombudsmanı Faruk Bildiri, medyanın söylem stratejilerine dair kısa bir sunum yaptı.

Bildirici, Medya Ombudsmanlığı’nı kurumsallaştırmaya dönük yaptığı çağrıdan da bahsederek, medya kuruluşlarının öz-denetim yapabildiği ve kurumsallaşması halinde bunun medyadaki nefret söylemiyle mücadelede etkisinin ne olacağına dair açıklamalar yaptı.

“Gazetecileri, gazetecilerin denetlemesi gerekiyor”

“Biz gazeteciler nefret söylemi ve ayrımcılık konularında haber yaparken mutlaka o haberle aramıza bir mesafe koymak zorundayız. Bu durumun olumsuz bir şey olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sadece aktarmak ‘böyle oldu’ demek habercilik değildir. Öncelikle bunu kavramak gerekiyor. Türkiye’de bu konuda ciddi bir sorun var” diyen Bildirici, medya ombudsmanlığının ne kadar etkili olacağına dair ise şunları söyledi:

“1960’lardan bu yana Türkiye’de medya özdenetim konusunu tartışıp duruyor. Bir sürü formüller düşünüldü, uygulamaya sokuldu fakat hiçbiri tam olarak etkili olmadı. Ben şöyle düşünüyorum, gazetecileri gazetecilerin denetlemesi gerekir, özdenetim gerekiyor. Bunun da bağımsız bir ombudsmanlık modeliyle olabileceğine inanıyorum.

Hürriyet gazetesinde yaptığım ombudsmanlık boyunca orada editoryal bağımsızlığın olmamasının, etik denetimi engellediğini gördüm. O nedenle tüm kurumların desteklediği ama onlardan bağımsız bir ombudsmanın etkili olacağına inanıyorum.

“Türkiye siyasi bir dönüşüm ve dijital bir devrimin ortasında”

“Beni destekleyen kuruluşlarının sayısının artıp artmayacağını bilmiyoruz. Ben bu sayının çoğalacağına inanıyorum. Çünkü Türkiye siyasi bir dönüşüm ve dijital bir devrimin de ortasında. Tam böyle bir noktada bu modelin Türkiye medyasına örnek olmasının önemine inanıyorum.

“Gazetecilik Türkiye’de maalesef çoğu zaman olay yeri gazeteciliği oluyor. Bir yerde duman çıkınca biz gazeteciler koşuyoruz, dumanı yazıyoruz sonra duman bitince biz de gidiyoruz ve unutuyoruz. Oysa bizim görevimiz dumandan çok önce başlamalı. Duman bitince de devam etmeli.

“Türkiye’de beş milyona yakın mülteci olduğunu söylüyoruz. Ama hiçbir medya kuruluşunda bildiğim kadarıyla, bu alanda uzman bir gazeteci yok. Entegrasyon politikası geliştirilmiyor. Bu insanların entegrasyonu hem ülkedeki vatandaşlar hem de mülteciler için çok önemli. Gazetecilerin de bunun için çalışması gerekiyor ama maalesef bir çalışma yok.

“Türkiye’de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi çıktığı dönemde, dört medya kuruluşunda okur temsilcisi vardı ve nefret söylemlerinde bir azalma söz konusuydu. Çünkü neden, 1990’lar medyası etik olarak da habercilik olarak da yerlerdeydi. Dolayısıyla bildirge hızır gibi yetişti diyebilirim. Bu bildirgede nefret söylemi ve ayrımcılık konularında genel ifadeler vardı.

Gazeteci anayasası: Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi

“2016’da bildirgeyi yeniledik. Nefret söylemi ve nefret suçuna dair tanımlamalar ekledik, sınırlarını daha da belirledik. Kadınlara yönelik ayrımclığa dair alt maddeler yoktu, onları da ekledik. Bildirge daha net bir hale geldi. Zaten Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi’ne ben Türkiye’de gazetecilerin anayasası diyorum. Elbette gazetecilik dinamik bir meslek olduğu için orada da eksiklikler var, sürekli yenilemek gerekiyor.

“Sadece Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi değil onun dışında medya grupları da ilkeler hazırladı ve nefret söylemi konusunda özen gösterildi. İlkeler bütün kanunlarda olduğu gibi çok güzel yazılıyor, metinler çok iyi ancak o metinlerde kitaplarda raflarda kalıyor ya da duvarlarda asılı kalıyor. Birisi onu uygulamak için mücadele etmediğinde o ilkeler olduğu yerde kalıyor. Ben de bu çabayı hayata geçirmeye çalışıyorum diyebilirim.”

*Hak örgütleri nefret söylemi, ayrımcılık ve dezenformasyon alanında yaptıkları çalışmaları anlattı.

Bildirici daha sonra medya ombudsmanı olarak, medyada gözlemlediği nefret söylemi ve ayrımcılığa dair haber örnekleri sundu. Katılımcıların sorularını yanıtladı. 

Bildirici’nin ardından hak örgütleri nefret söylemi, ayrımcılık ve dezenformasyon alanında yaptıkları çalışmaları anlattı. Daha sonra hak örgütü temsilcileriyle neler yapabiliriz üzerine fikir alışverişi yapıldı.

Resilience projesi hakkında:

Proje kapsamında “Türkiye’de Nefret ve Propaganda Medyası: İlişkiler, Modeller ve Kalıplar” ve “Türkiye’de Çevrimiçi Medya Ortamında Nefret ve Dezenformasyon Anlatıları” başlıklı iki rapor ve  nefret söylemi ve dezenformasyon konusunda yasal düzenlemelerin çerçevesini özetleyen, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) gibi “Eşitlik” kurumlarının uygulamalarına dikkat çeken ve yasal düzenlemelerin yeterliliğine dair bir fikir sunan “Nefret Söylemi ve Dezenformasyona Karşı Ulusal Düzenleyici ve Öz Düzenleyici Çerçeveye İlişkin Bilgi Notu – Türkiye” isimli rapor yayımlandı

bianet.org’da Direnç Projesi kapsamında medyada nefret söylemi ve dezenformasyon konularını örneklendiren ve gazeteciler tarafından kaleme alınan eleştiri yazılarının yer aldığı bir yazı dizisi de yayımlandı.