FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nden çocuk gelişim uzmanı Ezgi Koman ile hayatta kalan çocuklarla yapılan çalışmaları, devlete düşen sorumluluğu, kriz durumlarında artan çocuk ticareti ve sahada örgütlenen sivil toplumu konuştuk.
Maraş merkezli iki depremin üzerinden bir ay geçti. Depremde hayatta kalan çocukların bakımına, geleceğine dair birçok soru işareti varken, çocukların dinî kurumlara verilmesi, kayıp çocuklara dair resmî makamlarca somut adımlar atılmaması kamuoyunda tepki ve endişe yaratıyor.
Deprem alanında farklı kimliklere sahip çocukların çoklu ayrımcılık ve mağduriyet yaşadığını vurgulayan Ezgi Koman, FİSA olarak deprem bölgesinde çalışmalarına devam edeceklerini aktarıyor.
Depremden kurtulmuş çocuklarla ilgili ne çalışmalar yürütülüyor? Ne tür sıkıntılar var?
Depremde hayatta kalmış çocukların durumu birbirinden farklılık gösteriyor. Bazı çocuklar ebeveynlerini kaybetmiş durumdular. Bazısı ebeveynlerini değilse de sevdiklerini, arkadaşlarını, öğretmenlerini kaybetti. Kimi çocuklar bulundukları yerde geçici barınma merkezlerinde yaşamaya başladı, kimiyse evlerini, yaşadıkları mahalleyi geride bırakarak başka bir şehre göç etmek zorunda kaldı. Burada sıraladığım her bir durum çocuklar için ne yazık ki travmatik yaşantılar. Bir sabaha karşı bütün hayatları değişti. Dolayısıyla, tıpkı yetişkinler gibi onlar da çok zorlanıyor. Çocuklara yönelik bu zorlukla daha kolay baş edebilecekleri, sürecin etkilerini en aza indirecek bazı programlar uygulanması gerekiyor. Uygulanıyor mu? Evet. Özellikle ‘çocuk hakları hareketi’ içinde yer alan bazı sivil toplum örgütleri, girişimler bölgede çocuklara yönelik psikososyal destek, yani çocukları güçlendirecek çalışmalar yürütüyor. Ancak bunlar yeterli değil. Çünkü depremin etkilediği bölge çok büyük. Kamu idaresi hak temelli çalışan sivil toplum örgütleriyle işbirliğine açık olmadığı için de sivil toplumun, insan haklarına dayalı müdahalesi yeterli olamıyor.
Kamu idaresi bu işi çoğunlukla dinî temelli, muhafazakâr örgütlenmelerle yapıyor. Bu durum, çocuk hakları açısından deprem öncesinde de sorundu; şimdi böyle bir süreçte çok daha fazla sorun. Ayrıca çocuklar derken, hiçbir zaman homojen bir gruptan söz etmiyoruz. Deprem bölgesinde ve bu süreçte de öyle. Haklara ve özgürlüklere erişim konusunda güçlük yaşayan bazı gruplar var. Kamu idaresi bu grupları da dikkate alarak bir afet sonrası müdahale yürütmüyor ne yazık ki. Örneğin mülteciler, örneğin Romanlar, Karaçiler, örneğin engelli çocuklar, örneğin kronik hastalığı olan çocuklar… Bu gruplar hizmetlere erişim konusunda büyük sıkıntılar yaşıyor. Kendi çadırkentlerini kendileri kuruyor. Gıda vb. temel ihtiyaçlara erişemiyor. Mülteciler ayrıca deprem öncesinde de yaşanan nefret söylemleri ve nefret suçlarıyla birlikte açık bir ayrımcılığa maruz kalıyordu. Ya da kronik hastalığı olan bir çocuk özel besinine bu süreçte ne yazık ki ulaşamıyor. Tüm bunlar çocukları çok daha fazla etkiliyor.
Ailelerinin ulaşamadığı, yalnız kalmış çocukların geleceği ne olacak? Dinî kurumlara verildiği konusunda kamuoyuna yansıyan bilgiler doğru mu?
Ebeveynlerini kaybetmiş ya da hâlâ bir şekilde onlara erişememiş çocuklar devletin korunması altında olmalılar. Ancak devlet bu süreçte aile birleştirmelerine odaklanmalı, bunu titizlikle ve çocuk haklarına dayalı bir şekilde yapmalıdır. Türkiye’de de ebeveynlerini, yakınlarını kaybeden ya da onlara ulaşamayan çocuklara ilişkin geç de olsa kamu idaresi harekete geçti. Aile birleştirmeleri yapılmaya çalışıldı. Ancak bu konuda oluşturulan mekanizmalar kolay ve etkili olamadı. Hâlâ çocuklarıyla ilgili haber alamayanlar var.
Ebeveynlerini ve yakınlarını kaybeden çocuklar devlet koruması altına alınmaya başladı. Devlet koruması altına alınmak demek bakım hizmeti verilen kurumlarda yaşamayı da yanında getiriyor. Dolayısıyla bu çocuklar bu kurumlara yerleştirildi.
Bu süreçte çocukların dinî kurumlara yerleştirilmesi gibi bazı haberler çıktı. Bunları Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da itiraf etti. Şöyle ki, bakanlık bu tür kurumlarla deprem öncesinde de bazı protokoller yapmış, işbirlikleri geliştirmiş durumdaydı. Depremle birlikte tüm bunlar görünür oldu. Tabii ki çocukların dinî kurumlara yerleştirilmesi, devletin bakım yükümlülüğünü bu kurumlara devretmesi çok büyük bir sorun. Bu bir çocuk hakkı ihlali. Bu tür uygulamaların sona ermesi şart. Dolayısıyla sayısını tam bilemesek de büyük bir grup çocuk bundan sonraki yaşantılarını devletin koruması altında, bakım evlerinde/merkezlerinde geçirmek zorunda. Birdenbire yaşanan bu olay, bu büyük değişiklik çocuklar için çok zor. Bu yüzden bu kurumlarda da çocuklara yönelik özel programlar uygulanmalı.
Sosyal medyada endişe verici videolar paylaşılıyor. Videoda enkazdan çıkarılan çocuğun böbreklerini kontrol edip mesaj atan kişiler görüldüğü iddia ediliyor. Bunlara dair neler söyleyebilirsiniz?
Vakalar birebir doğru mudur, bilmiyorum. Ancak dünyanın her yerinde bu tür kriz durumlarında çocuk ticaretinin arttığını biliyoruz. Bu, önceden bilinen bir risk. Kamu idaresinin bu riski bilmesi, göz önünde tutması ve buna ilişkin önlemler alması gerekirdi. Ancak bunu da yeterince yerine getirdiğini söyleyemeyiz. Bugün ‘kayıp çocuklar’ olarak belirtilen çocuklar arasında çocuk ticaretine maruz kalanlar var mı örneğin, henüz bilemiyoruz ama kamu idaresinin bunu bilmesi gerekiyor.
Uzun yıllardır çocuk hakları alanında çalışan biri olarak bu süreçte yürüttüğünüz çalışmaları anlatır mısınız? FİSA olarak neler yapıyorsunuz?
Biz bu süreçte Van ve İzmir depremleri deneyimimizden doğru; ilk olarak aynı gün çocuk alanında çalışan kişi ve kurumlara bir çağrı yaptık. Hızla bu çağrıya yanıt aldık ve Afet-Çocuk Sivil Koordinasyonu kuruldu. Bu koordinasyon şu anda çalışma grupları şeklinde oldukça etkili ve yoğun faaliyetler yürütüyor. 200’e yakın kişi ve kurum var ve bu konudaki birikimlerini, deneyimlerini, uzmanlıklarını buraya aktarıyor. Biz bu koordinasyonu çocuk hakları hareketinin bir kazanımı ve bugüne kadarki kuvvetinin bir yansıması olarak görüyoruz.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi olarak Adıyaman ve Elbistan’da çocuklara yönelik travmanın altını çizmeyen ancak onları güçlendirecek bazı çalışmalara başlıyoruz. İlk çalışmamız 10 Mart Cuma günü başlıyor. Bu sürecin insan haklarına dayalı şekilde izlenmesi gerektiğini biliyoruz. Bu sebeple izleme çalışmalarımızı da yürütüyoruz.
Ayrıca FİSA Çocuk Hakları Merkezi olarak hak alanında çalışan beş sivil toplum örgütü ile birlikte, 11-14 Şubat arasında raporlama yapmak üzere deprem bölgesine gittik ve bu ziyaret esnasındaki gözlemlerimizi raporlaştırdık.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28324/kriz-zamaninda-cocuk-ticareti-ve-devletin-sorumluluklari